Bir Yaz Rüyası Cote d’Azur: Èze, Monte Carlo
Bir gün kendimi yenilemek için bir süre yerleşebileceğim dünyadan bir yer seçmem istenirse, şu ana kadar gördüğüm yerleri düşünürsem cevabım Eze olur. Fransızca okunuşuyla ‘Ez’. Şimdi gelin size bu ilham verici köyü bir de ben anlatayım.
Nice’ten kiraladığımız arabayla çıktığımız yolda Cote d’Azur mavisi eşliğinde 25-30 dakikada Eze’ye ulaştık. Yol üzerinde bir çok kez durup manzarayı defalarca fotoğraflamış olduğumuz için yol daha da uzun sürdü; aslında daha kısa bir yol. Nice’ten buraya direk gelen otobüslerde mevcut, bilet 1.5 euro.
Eze, ‘medievale village’ yani Ortaçağ’dan bu yana değişmemiş ve korunmuş köy. Adını Tanrıça Isis’ten alıyor. Köyde çalışan personel ve öğrenci hariç 60 kişi yaşadığı söyleniyor. Buraya geldiğinizde meydanın yukarısına araçla çıkamıyorsunuz arabayı buradaki otoparklardan birisine bırakmak durumundasınız. Meydan yakınında bir parfüm fabrikası da var, rehber eşliğinde gezip harika kokular satın alabiliyorsunuz.
Arabayı bıraktıktan sonra yürüyüşe geçtik. 12. yüzyıldan bu yana korunmuş taş binalar arasında dar sokaklardan tepeye doğru tırmandık.
Burada geçirdiğim her dakika beni geçmişe bir yüzyıl daha yaklaştırıyordu sanki. Nostaljik taş evlerin duvarlarını kaplamış, pencereden sarkmış, sokakların kenarlarına yerleştirilmiş çiçekler sanki tabloya değen bir fırça darbesi gibi olmuştu.
İlerledikçe sanat galerileri çıkıyordu karşımıza. Bazı sokakların tamamı sanat galerileriyle dolu. Sanat eserleri ve etrafı incelerken tepeye ulaşmamız uzun bir zaman aldı.
En tepede Jardin Exotique yani egzotik bahçe bulunuyor. Girişi 6 euro. Burası 1949 yılında ziraat mühendisi Jean Gastaud tarafından tasarlanmış.İçinde çeşit çeşit kaktüs bulunuyor .
Ayrıca içi heykeltıraş Jean- Philippe Richard tarafından yapılmış, “Yeryüzünün Tanrıçaları” konulu kadın heykelleriyle süslenmiş ve küçük notlar yazılmış. Kalenin arka kısmında ünlü Fransız aktörü Francis Blanche’ın de yattığı mezarlığı ve dağlar arasından geçen otoyolu izleyebilirsiniz.
Eze’in tepesine kartal yuvası deniyor. Buradan St-Tropez’i hatta Korsika Adası’nı bile görebilirsiniz.
İşte tam bu noktada Eze’nin mottosunu kendi içimden tekrarlıyorum: ‘Öldüm ve burada yeniden doğdum.’
Burada zamanı durdurma tuşu olsa dedim,bassam ve dursa. Ama tabi akreple yelkovanın ısrarına yenik düşerek devam ettik.
Frederic Nietzsche bir süre burda yaşamış ve ‘Böyle buyurdu zerdüşt’ kitabının bir kısmını burada yazmış. Hergün, günümüzde adıyla anılan patikadan deniz kenarına inermiş. Halen açık olan patikadan deniz kenarına 1 buçuk saatte inilebiliyor. Biz vaktimiz kısıtlı olduğundan inemedik.
Buradan ayrıca köyün en eski binası olan Chapelle de la Sainte Croix’de rahatça gözlenebiliyordu.
Tekrar Ortaçağ sokaklarından inişe geçtik.
Molamızı bir şatoda verdik. Château de La Chèvre d’Or . Burası bir butik oteldi. Akşam yemeği için rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Michelin 2 yıldızlı restaurantlar kategorisinde. Biz yemek rezervasyonu yaptırmadığımız ve vaktimiz olmaması üzerine birşeyler içebildik. Egzotik bahçede gördüğümüz manzaraya doyamamıştık burada biraz tatmin olduk 🙂
Daha sonra köyün çevresinde dolaştık. Manzaraya karşı resim yapan ressamlara selam verdik ve bu rüya köye veda ettik.
İstikamet Monte Carlo’ydu. Eze, Monte Carlo ve Nice eşit mesafedeydi. Yine aynı sürede vardık. Nice’ten otobüs ve trenle gelmek de mümkün. Monaco’nun 4 şehrinden biri olan kumarhaneleriyle ünlü Monte Carlo. Prensliğe gelir kaynağı yaratmak için açılan kumarhaneler işte böyle bir sonuç yaratmış.
Şehre girdiğiniz andan itibaren para ve lüks kelimelerinin anlamını bizzat yaşıyorsunuz. Lüks kategoride yer alan, dünyada sayılı bulunan otomobillerden burada aynı anda birkaç tane görebiliyorsunuz. Şehrin içinde bir tur atıyoruz. Formula 1 yarışı da tam olarak bu şehrin içinde yapılıyor. Öyle bir hızla, bu dar ve virajlı şehir yolundaki performanslarını tebrik etmek lazım.
Monte Carlo casinosunun yakınındaki otoparka arabayı parkediyoruz. Otopark fiyatları dakika hesabıyla ödeniyor. Çok ama çok pahalı, e tabi bu şehirin normali bu. Montecarlosbm alışveriş merkezinin ilginç eskimo evleri tarzındaki dünyanın en lüks mağazaları arasından casinoya ulaşıyoruz.
Sportif kıyafetlerle de girilebiliyor olduğunu öğrenip sıraya giriyoruz. 20 euro giriş ücreti verip tüm elektronik eşyalarımızı emanete bırakarak içeri giriyoruz. İçeride tabii ki fotoğraf çekmek yasak. Gündüz daha çok binayı gezmek isteyenler çoğunlukta oluyormuş. Gece 23.00’ten sonra smokinlerle giriş yapılabiliyormuş.
Kumarhane binası aslında Paris Tiyatrosu’nun mimarı da olan Charles Garnier tarafından inşa edilmiş. Barok tarzı bir mimariye sahip, içinde sayısız freskler ve heykeller barındırmaktadır. Altından ve mermerden yapılmış, lüks timsali bina.
Casinodan sonra hemen köşesindeki ‘Cafe de Paris’te kenar bir masaya oturduk. İçeceklerimiz eşliğinde Monte Carlo’yu izleyip araba marka bilgilerimizi tazeledik 🙂 Çok kalabalık bir mekan ve yer bulmanın zor olduğunu belirteyim. Ama kesinlikle burada vakit geçirip şehri izlemlemelisiniz.
Hava kararırken yani saat 22.00 civarında şehir merkezinde bulunan plajlardan birine girdik. Taşlı ama sıcacık suyu olan denizde binaların ışıklarıyla eşliğinde bol bol yüzdük. Hava karardığında hala denizdeydik, bizim gibi birçok kişi de hala denizdeydi.
Hava karardıktan sonra yine bir şehri turladık. Gündüzden daha ışıltılıydı gecesi.
Monaco’ya çok zaman ayıramadan Kraliyet sarayı ve müzelerini gezemeden tekrar Nice’e döndük. Ertesi gün bu güzel gezinin son günüydü ve St. Paul de Vence bizi bekliyordu.
Devamı gelecek. Takipte kalın!
Serinin diğer yazıları:
Bir Yaz Rüyası Cote d’Azur: Nice
Bir Yaz Rüyası Cote d’Azur: St.Tropez, Port Grimaud