Bir Varmış Bir Yokmuş…Venedik: Tarihi Şehir
Venedik’teki 2. günümüze sabah hava aydınlanırken alarmsız bir şekilde uyanmıştık. Konu gezmek olunca beyin kesinlikle farklı bir şekilde çalışıyor 🙂
Sıkı bir şekilde giyinip otelin gondol iskelesine indik. Sabah öyle sessiz öyle güzeldi ki Venedik, bir masaya oturup sessizliği dinledik.
Arabaların olmaması gürültü kirliliğini resmen sıfırlamıştı. Kanalda sabahın o saatinde tek tük vaporetto geçiyordu (sabah 05.00’te seferlere başlıyorlar). Gondolların hepsi de yerlerindeydi. Tam karşıda Rialto pazarı yavaş yavaş açılıyordu.( Pazar hergün açık)
Otelimizdeki kahvaltıya geçtik. İtalya’da çoğu otelde kahvaltı dahil sistem var. Kahvaltı tabii bir Türk kahvaltısı değil ama değişik çeşit peynirler, domates, meyve ve yumurta çeşitleri, bolca kek ve turta çeşitleri bulunuyor.
Bir İtalyan gibi sabah Cappuccinomuzu içip kahvaltımızı yaptıktan sonra geçen gelişimizde sonunu göremediğimiz kuyruk nedeniyle giremediğimiz San Marco Meydanındaki Aziz Mark’ın çan kulesinin açılış saatine yetiştik. Saat 09.45’den sonra açılan kulede çok sıra olmadığını görüp bir “oh” çektik. Nihayet Venedik’i kuş bakışı görebilecektik.
Aziz Mark’ın Çan Kulesi‘nin (Campanile di San Marco) Roma döneminde yapılmış ve kentin sembolü yapılardan biri. 98 metre ve sadece bir kanal dışında tüm Venedik’i buradan izleyebiliyorsunuz. 1902 yılında çökmüş ve 1912 yılında yeniden yapılmış haliyle açılışı yapılmış. Gotik döneme ait bu yapının giriş kapısından, kapı kemerlerine kadar dönemin yansımalarını görebilirsiniz.
Asansörle yukarı çıkmak için bilet 8 euro. 30 euro altında sadece nakit ödeme geçerli. Asansörle yukarı çıktığımızda 4 tane 1’er tonluk çan karşıladı bizi ve teller. Her birinin farklı adları ve farklı çalınma zamanı varmış.
Tellerin arasından Venediği görmek biraz zor oldu tabi. 360 derece her yerden güzeldi bu şehir. San Marco meydanında oraya buraya koşanlar, deniz üzerindeki vaporettolar ve tarihi şehir.
Çan kulesinin hemen karşısında Museo Correr yer alıyor. Museo Correr, Museo Archeologico ile birleşmiş.
Buraya çıkıp en az yarım saat şehri izlemenizi öneririm. Ama saat başında çan çalmadan kaçın, yoksa kısa bir duyma kaybı yaşayabilirsiniz 🙂 Çanlardan sadece biri aktifmiş; hepsi olsa nolur bilemiyorum. Çan çalmasına 2 dakika kala aşağı indik. Sıra kuyruğunun sonu yine görünmez olmuştu. Tam zamanında girip çıkmıştık.
Bir önceki yazımda ayrıntıları ile anlattığım San Marco Bazilikası nı daha önce ayrıntılı bir şekilde gezmiş olduğumuzdan dolayı vakit kısıtlılığından dolayı tekrar ziyaret etmedik.
Kulenin tam karşısında Doge’s Palace’ı ( Palazzo Ducale) pas geçtik. Bu sarayın içinden çok dışı ilgimi çekiyor. Geç gotik dönem sarayın dış kısmındaki detaylarda göze çarpıyor. Salonu dünyada deniz manzaralı en büyük oturma salonunu da içinde barındırıyor.
Diğer bir önemli özelliği Ahlar Köprüsü ( Ponte di Sospiri) ile hapishaneye bağlanıyor olması. Sarayın kanala bakan tarafında Venedik sembollerinden gondol iskelesi var. Karnaval zamanı maskeli, kostümlü insanlar daha çok San Marco ve bu bölgede toplanıyor ve manzarayla harika fotoğraflar yakalanabiliniyor. Birçok tv’de buradan karnaval boyunca yayın yapıyor.
Ahlar köprüsü daha önceki karnavalda yürünemeyecek kadar kalabalıktı ama bu sefer daha sakindi.
Yine de köprüyü görebilmek ve fotoğraf çekmek için biraz beklemek gerekiyor. Bu köprünün adını şair Lord Byron vermiş.
Mahkumlar hücrelerine gitmeden o güzel Venedik’i son kez buradan görürlermiş ve böyle telkin edilirlermiş.
Köprünün biraz ilersinde romantik pembe rengiyle Hotel Danieli bulunuyor. The tourist filminin çekildiği otel ve Venedik’in en güzel otellerinden biri.
Artık bir kahve içmenin zamanı gelmişti ve bunun için adresimiz uzun zamandır kahve içerken aklımıza gelip özlemle bugünü beklediğimiz dünyanın en eski kafelerinden 1720’den bu yana hizmet veren Cafe Florian’dı. Casanova, Goethe, Charles Dickens ve daha bir çok sanatçı ve ünlü isim buranın müdavimlerindenmiş.
San Marco meydanında bulunan kafe her zaman dolu oluyordu ki gittiğimizde de sadece bir masa boştu tabii hemen kaçırmadık. Burasının göz alıcı ışıklandırması, ‘beni ye’diye seslenen tatlıları ve nostaljik halini sevmemek mümkün değildi.
Bir de karnaval zamanı kostümlü insanları arasında otururken 18. yüzyıldaymış gibi hissetmek en güzel tarafıydı. Kafede oturma sistemi karşılıklı ve mermer sehpalar bulunuyor. Servis yapan görevliler kar beyazı takımlarıyla harika görünüyorlardı. Fiyatlar ortalamanın üzerindeydi. Normalde 2-3 euro’ya içebileceğiniz kahve fiyatları burada 10 euro civarıydı.
300 yıldır hizmet veren böyle özel bir yer için normal aslında. Benim tercihim sade ve naneli çikolatadan yapılan Casanova oldu. Burada çokca takılıp güzel kadınları tavlayan Casanova’yı unutmamışlar yani 🙂
Çikolata sevenler benim gibiler için çikolataya doyuracak bir içecekti. Yanında festivale özel yapılan fritelliden söyledik.
Kremalısına bayılıyorum ama ilk kez denediğim Burano’daki pastanede yediklerimi daha lezzetli buldum.
Cafe Florian, kalabalık zamanlarda pek kitap okuyup vakit geçirilecek bir yer olmasa da sakin zamanlarda kitap okuyup daha sessiz bir zaman geçirilebilir.
Tatlı vitrinine son bir kez daha bakıp vedalaşarak buradan ayrıldık.
Florian’dan sonra 2. adresimiz ilk gittiğimde daha keşfedilmemiş eşsiz bir kitapçı, sahaftı. Libreria Acqua Alta kitapçısı Castello’ya yakın Santa Monica Formosa’da yer alıyor. BBC tarafından dünyanın en güzel kitapçıları arasında gösterilen kitapçıya, San Marco’dan 15-20 dakikada yürüyerek, tarihi sokakları keşfede keşfede bizim gibi gidebilirsiniz.
Sokağın tam köşesinde de bir maske atölyesi var. 2 yıl önceki gibi aynı yerde camın kenarında aynı sanatçı maskelerini boyamaya devam ediyordu.
Dışarıda takvim karpostalların bulunduğu küçük bir kapıdan giriş yapılıyor. Bu sefer keşfedilmiş olduğu için turist kalabalığı dışarı kadar taşmıştı.
İçeri girdiğimizde iyot kokusu karşıladı bizi. Bir de kasanın sahibi oturuşuna sahip iki ponçik kedi olmalıydı ama bu sefer yoktular:) Binlerce kitap, dergi, yüzlerce plak yığınlar halinde yerleştirilmişti.
Bu kitapçının adını Venedik’teki suların yükselmesi anlamına gelen Aqua alta’dan alıyordu. Kanalın kenarında yer alan ve bu su basması ihtimali her zaman olan kitapçıyı özel kılan da sahibi Luigi’nin kitapları korumak için küvet ve gondola doldurmuş olmasıydı.
Kanala açılan kapısına da bir okuma köşesi yapmışlar. Burada 2 yıl önceki festival sırasında kostümlü birini çekme şansı bulmuştum.
Benim için en özel yeri ise küçük avlusundaki eski ansiklopedilerden yapılmış merdivenler. 2 yıl sonra tekrar aynı yerde aynı pozu verip fotoğraf çekindik hemen, tabii biraz sıra bekledikten sonra.
Kitap fiyatları da kitabın özelliği ve yılına göre değişmekle beraber 1 Euro’dan başlayıp 150-200 Euro’ya kadar çıkabiliyor. Venedik’te bu özel kitapçıya mutlaka zaman ayırmanızı öneririm. Buna değecek emin olun.
Buradan ayrılıp maskeli-kostümlü insan kalabalığı arasından faniniye ulaştık.
Geleneksel bir yer olmasa da pizza için iyi bir tercih. Dilim pizza fiyatları 3.80 euro’dan başlıyor. Lezzeti ortalama ama çok rağbet gören bir yer. Diğer önerebileceğim bir pizzacı da pizzeria cip ciap.
Venedik’in en büyük köprüsü Rialto’yu selamladık. Üzerine çıktığınızda kalabalıktan yer bulabilirseniz nefis bir kanal manzarası sizi bekliyor olacak. Köprü üzerindeki özellikle hediyelik eşya satan yerlerden uzak durun çünkü sadece turist avcılığı yapıyorlar.
Gün akşama dönerken Venedik Karnavalı’nın ilk günü olduğunu hatırlatırcasına maskeli insanlar çoğalmış ve akşamki açılışa hazırlanıyorlardı. Artık bizim de otele dönüp bu görkemli geceye hazırlanmamız lazımdı.
Venedik Karnavalı tüm ayrıntılarıyla gelecek yazıda olacak. Takipte kalın! Mutlu kalın!
Serinin diğer yazıları: Bir Varmış Bir Yokmuş…Venedik: Genel bilgi, ulaşım, konaklama