Güney Fransa’nın prensesi Nice’e sabah saatlerinde Cannes’ten trenle yarım saatte ulaştık.

NİCE
Otobüsle tam 1 saat 45 dakika sürüyor; zamandan tasarruf etmek için o yüzden treni tercih ettik. Tabii fiyat farkı olduğunu da belirteyim; tek yön tren 6 euro iken otobüs 1 euro.

NİCE TREN GARI
Kalacağımız oteli tren garına yürüyerek 5 dakika, plaja 10 dakika uzaklıkta olan Otel Nice Excelsior olarak seçtik. İyi ki de öyle yapmışız çok rahat ulaşım sağladık. Otelin iç mimarisi özenle yapılmıştı. Her oda farklı konsepteydi. Duvarlarda Nice resimleri yer alan devasa posta kartları, halılarda da aynı desenler vardı. Banyo ürünleri de l’occitane’den temin ediliyordu. ‘Keyifli’ oteller kategorisine koyabileceğim bir otel oldu.
Valizlerimizi yerleştirdikten sonra Massena meydanına doğru yola çıktık. Yürüdüğümüz sokaklarda Nice’in o şirin eski, küçük pencereli, panjurlu evleri vardı. Hava çok ama çok sıcaktı, aylardan temmuz olunca beklenilen bir durumdu tabi 🙂 Deniz tatili yapmak isteyen bizler için tam kıvamındaydı 🙂 Ama denizden önce görmemiz gereken kocaman bir şehir vardı.
Massena meydanı turistik, oldukça kalabalık bir bölgeydi. Ortasından raylı sistem geçiyordu. Zeminin bir kısmı siyah-beyaz taşlarla döşenip hoş bir görüntü oluşturulmuştu.
Neoklasik eserlerle dolu meydanın ortasında Apollon’a ait bir heykel bulunuyor.
Meydanda ayrıca rayların her iki tarafında sıralanmış Jaume Plensa’ya ait ve 7 kıtadan 7 insanı sembolize eden heykeller bulunuyor. Gece ışıklandırılan bu heykelleri Nice halkı pek benimseyememiş.
Meydanın en sevdiğim kısmına geldi sıra. Burayı gördüğümde çocuk olmak istedim. Çünkü kocaman bir alanda onlarca fıskiye vardı. Yerlerde yuvarlanan, danseden çocuklar; güneşin en yakıcı olduğu saatlerde suyla serinleyip hem de mutlu olan çocuklar. Sıcak ülkelerdeki her şehire lazım bu fişkiye meydanından 🙂
Güneşin yakıcılığına dayanamayıp Vieux Nice, yani eski Nice sokaklarına girdik. Tarih kokan, turisti bol olan sokaklarda kalabalığı aşarak yürüdük.
Gingerla gezen turist kafilesine bile rastladık. Pek mantıklı geldi bu fikir. Fazla yorulmadan birçok yer gezebiliyorlardı.
Öğle yemeği için Ayhan Sicimoğlu’nun ‘hastasıyız’ diyerek anlattığı Nice’e özel olan socca’dan yemeğe karar verdik. Yine onun tavsiyesi olan Bella Socca’ya geldik. Sokaklar arasında küçük bir meydanda bulunan yerin gelip geçenleri izleyebileceğimiz bir masasına oturduk. Socca nedir hemen ona bir açıklık getireyim. İtalya’nın Genova şehride (İtalyanca ismi Farinata) doğup, Güney Fransa’da özellikle Nice’de rastlayabileceğiniz ana malzemesi nohut unu olan bir ekmek olarak tarifleyebiliriz. Yanında çeşitli soslarla servis ediliyor. Bunları üzerine sürerek yiyebiliyorsunuz. Alışkan olduğumuz bir tat, öğlen yemeği için iyi bir tercihti.
Buradan sonra ara sokaklardan yürüyerek Rosetti Meydanına ulaştık.
17. yüzyıldan kalma Ste. Reperate katedrali’nin süslemelerini inceleyip meşhur Fenocchio dondurmacısının binbirçeşit dondurmasının olduğu vitrine yapıştık 🙂 Snickerslıdan tutun da yaseminli, lavantalı, avokadolu dondurmalar arasından seçim yapmak çok zor oldu. Tek top 2, 2 top 3.5 euro idi.
Gece hayatının da bu meydan çevresinde yoğun olduğunu öğrendik ama gece olmadan denize gitmek istediğimiz için Promenade des Anglais’e rotayı çevirdik. Burası Nice deyince akla gelen o uzun yürüyüş yoluydu. İsmi de zaten İngilizlerin yürüyüş yolu anlamına geliyor. İngiliz kolonilerinin hüküm sürdüğü zamandan bir hatıra. Saatlerce yürüyüp taşlı kumsalda havlunuzu serip birşeyler içip günü batırmak için harika bir yerdi. Zaten Nice halkı da aynen böyle yapıyordu. Yazın güneş saat 10 gibi battığı için uzun uzun bir sahil keyfi yapılabiliyordu. Denizin tadını çıkarıp Massena meydanında yapılan caz festivalinde kulaklarımızın pasını silip geceyi bitirdik.
Ertesi gün sabah kahvaltısı için Promenade des Anglais’in simgesi Hotel Negresco‘yu tercih ettik.
Bu otelin ilginç bir hikayesi var. Sahibi ölümünden sonra oteli kedisine miras bırakmış. Hayvansever bir otel; evcil hayvanlarınızla konaklayabileceğiniz şekilde odalar düzenlenmiş. Otel geçmiş yıllardan bu yana Picasso’dan, Michael Jackson’a bir çok ünlünün tercihi olmuş. Otelin lobisi sanat eserleri ile donatılmış. Küçük bir müze gibi. Otelde kalmasanız bile otelin belli yerleri gezilebiliyor. Biz de otelin lunaparktan esinlenerek yapılan kahvaltı salonunda kahvaltımızı yaptık. Açık büfe Fransız kahvaltısı bol meyve ve karbonhidrat ağırlıklıydı.
Sonrasında otel lobisini gezip biraz vakit geçirdik. Devasa tablolar ve heykellerle gerçekten bir müze yaratılmıştı.
Otelin wcleri de oldukça nostaljikti 🙂
Otelden çıkıp meşhur Nice pazarı ‘cours saleye’ ye geldik. Bu küçük, şirin pazarda minyatür heykelcik şekerlemeler, meyveler ve çeşit çeşit çiçekler vardı. Hafta içi saat 17.30 haftasonu 13.30’a kadar açık pazarı mutlaka ziyaret edin, çok keyif alacaksınız.
Eski Nice sokaklarını pazardan çıkıp keşfetmeye devam ettik. Organik meyve çayları satan bir dükkanın vitrinindeki rengarenk çay kutularını görünce hemen içeri girdik. Lov organik karışık çaylarından oluşan bir paket aldık. Aynı zamanda burada da beğendiğiniz çaylardan içebiliyorsunuz. Aldığımız çayları çok beğendik yakın zamanda gidip yenisini almayı planlıyoruz 🙂
Tasarım ürünleri bulunan sokakta ise kedi temalı bu mağazadan hatıra bir bileklik aldım. Yaklaşık 10 euro’ydu fiyatı.
Artık Nice’ten ayrılma vaktiydi ama tekrar dönmek üzere. Nietzsche’nin köyü Eze ve Monaco bizi bekliyordu. Araba kiralamak için havaalanının yolunu tuttuk. Çünkü şehirde başka şubelerde araba kalmamıştı. Havalimanına vardığımızda da araba kiralamak isteyen çılgın kalabalığın içinde bulduk kendimizi. Size küçük bir tavsiye yaz aylarında Güney Fransa seyahati yapacaksanız mutlaka arabanızı daha önceden kiralayın.
Neyse ki 1 saat içinde arabamızı kiraladık. Eze’nin o tablo gibi yollarına çıkma vaktiydi!
Devamı gelecek. Takipte kalın!
Serinin diğer yazıları: Bir Yaz Rüyası Cote d’Azur: St.Tropez, Port Grimaud
Bir Yaz Rüyası Cote d’Azur: Cannes
Geri bildirim: Bir Yaz Rüyası Cote d’Azur: St.Paul de Vence |